Mutlu Hesapçı
İzmir’in içinde de çiçekler açtıran festival 3. yılında!
Bütün olup bitenlerden kalan ve sayamayacağımız kadar sorunun içinde ülkenin genel halinden kaçarsam ‘Ne varsa güzellikten yana onun içinde olmalıyım’ duygusunda zamanlar geçiriyorum. Çünkü yaşamak istediğimiz bir hayat var ve içinde ne kadar kendimi iyi hissedersem o kadar mutlu olabileceğim. Tam da bu zamanda en çok ihtiyacım olan şehre, güzel İzmir’e festivale davet edildim. 3. İzmir Uluslararası Film Ve Müzik Festivali 16-22 Haziran tarihleri arasında gerçekleşti, ben festivalin son 3 gününe yetiştim. Filmle müziğin iç içe geçtiği ve birleştiği bir festivalde hem sinemaya hem de müziğe dair özel bir yolculuk içinde buldum kendimi. Film izliyorsun, müziğe eşlik edip dans ediyorsun ardından o yolculuğu sana yaşatan ismin söyleşisinde buluyorsun kendini… Ne kadar güzel değil mi? Festivalde 7 mekânda 100 film gösterildi, farklı başlıklar altında özel gösterimler ve etkinlikler düzenlendi, ayrıca konserler verildi. Sinemanın büyüsünde kaybolup müziğin ritmine bıraktım kendimi. Tam bir şölenin içinde bulup sanki çocukluktan kalma anılarımda İzmir Fuarı’nda bir lunaparkın içinde dolaşıyor hissindeydim.
Festivalin Emek ve Onur Ödülleri
İzmir Büyükşehir Belediyesi Tunç Soyer’in başkanlığında Vecdi Sayar’ın direktörlüğünde gerçekleşen festival bu yıl da birbirinden değerli isimleri ağırladı. Festivalin Emek Ödülü’ne usta gazeteci, yazar ve çevirmen Sevin Okyay’la birlikte İzmir Uluslararası Film Festivali ve İzmir Enternasyonal Fuarı Sinema Burada Film Festivali’nin kurucusu Prof. Dr. Oğuz Makal değer görüldü. Festivalin Onur Ödülleri ise Macar sinemasının Oscar Ödüllü büyük ustası István Szabó, dünya sinemasında önemli filmlere imza atmış film müziklerinin başarılı ismi besteci Grégoire Hetzel, oyuncu-müzisyen Zuhal Olcay ve besteci-yorumcu-müzisyen Erkan Oğur’a verildi. Kültürlerarası Sanat Başarı Ödülü ise Bahman Ghobadi’nin oldu. Bahman Ghobadi aldığı tehditler nedeniyle güvenlik İzmir’e gelemediğini, gönderdiği videoda belirterek “Ödülü İran rejimiyle mücadele eden cesur kadınlara ithaf ediyorum” dedi.
“Festivale destek veren bütün kurum ve kuruluşlara teşekkürü borç biliyorum”
Festival Direktörü Vecdi Sayar çok büyük bir işi zorluklarına rağmen başarıyla sürdürüyor.
Festivalin içeriğine baktığımız zaman Vecdi Sayar’ın farkı açıkça ortaya çıkıyor. Sayar, festivalin geldiği noktayı şu şekilde özetledi:
“Festivaller her zaman büyük bir makinedir ve bunun iyi işlemesi için birkaç katmanın katkısına ihtiyaç var. Bunlardan birincisi seyirci. Üçüncü yılda gördük ki seyircimiz gerçekten artmakta, salonlar dolmaya başladı. Bu, kentin seyircisinin bu festivale sahip çıkması. İkincisi festivale destek olanlar. Festivale destek veren bütün kurum ve kuruluşlara teşekkürü borç biliyorum. Üçüncü destek sinema sektöründen. Bu konuda da biz çok önemli destekler alıyoruz. O kadar güzel ilgi gördük ki hemen her filmimiz oyuncu ve yönetmenlerin katılımıyla seyirciyle buluştu” dedi.
Kristal Flamingo için 10 film yarıştı
ULUSAL YARIŞMA
En İyi Film Ödülü
Kör Noktada
Jüri Özel Ödülü
Karanlık Gece
En İyi Oyuncu Ödülü
Berkay Ateş – Karanlık Gece
Nurcan Eren - Suna
En İyi Özgün Müzik Ödülü
K. Cansun Küçüktürk - Karanlık Gece
En İyi Özgün Film Şarkısı Ödülü
Athena - Kendi Yolumda (Bu da Geçer)
En İyi Ses Tasarımı Ödülü
Eli Haligua, Fatih Rağbet - Ayna Ayna
Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü
Ayşe Polat - Kör Noktada
Siyad En İyi Film Ödülü
Kör Noktada
İZMİR KENT KONSEYİ ÖDÜLÜ
Kendi Yolumda
ULUSLARARASI YARIŞMA
En İyi Film Ödülü
Joyland
Jüri Özel Ödülü
Divertimento
En İyi Özgün Müzik Ödülü
Nicolás Guerschberg - Dans Başlasın / Let the Dance Begin
DİZİ MÜZİĞİ ÖDÜLLERİ
Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Jenerik Müziği Ödülü
Ömer - Alp Yenier
Platform Dizisi En İyi Özgün Jenerik Müziği Ödülü
Şahmaran - Hakan Özer
Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Şarkı Ödülü
Duy Beni - Serkan-Ece Ölçer, Mert Carim
Platform Dizisi En İyi Özgün Şarkı Ödülü
Bir Bakman Lazım / Erşan Kuneri - Özkan Uğur
“Kişilerle ilgili bir şey değil bu değişim, böyleyse ben o değişimi anlamıyorum”
İzmir’e neden ‘Gavur İzmir’ denir anlamam, anlıyorum da anlamak istemiyorum elbette. Bizim ülkemizin topraklarında üstelik de en güzel şehirlerinden biri olan İzmir, herkes için iyi duygular hissettirebilecek güzellikte bir şehir ve bu tanımlamaya şiddetle karşı çıkıyorum. Ayrıca “İzmir’in dağlarında çiçekler açar diye başlayıp ülkemin her yerinde çiçekler açar İzmir’le kısıtlamayalım” durumu… Yeter ki çiçekler açtıralım ülkenin her bir yerinde.
İzmir’e ‘Güzel İzmir’ diyebiliriz çünkü gerçekten çok güzel ve her gittiğimde güzellik içinde kalıyorum, ben de güzelleşiyorum. Bu kez İzmir’e yolum festival için düştü, bu yıl üçüncüsü gerçekleşen İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’ne katıldım. İçinde hiç siyasetin olmadığı sadece film ve müziğin konuşulduğu bir ortamın içinde kaldım. Öyle ki Vedat Sakman ve Zuhal Olcay’ı birlikte sahnede izlemenin duygusunu hâlâ yaşamaktayım; “Yalnızlığım yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin…” duygusunda yalnızlaştıran bir siyaset anlayışının içine nasıl geçiş yaptım ben de bilmiyorum. Ama siyaset gündemi bu kadar hareketliyken ve üstelik yerel seçimler için de geri sayıma girilmişken bu geçiş normal diye düşünüyorum.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile festivalde bir araya gelme şansım oldu, böylece kendisiyle de ilk kez tanışmış oldum. Karşımda sıcak, nazik ve doğal bir başkan vardı… Buradan aldığım cesaretle festival ile ilgili sorularla başlayan sohbetimizi siyasete getirebildim.
3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali sizin için ne ifade ediyor ve geldiğiniz noktada festivalin 3. yılında kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Çok iyi hissediyorum, çok gurur duruyorum. Tabii ki eksiklikler, aksayan durumlar var ama sonuç itibariyle yürümeye başlayan, büyüyen, serpilip gelişen bir festival, bununla da çok gurur duyuyorum. Bu işte beni heyecanlandıran şey bu festival artık büyüyecek, evrensel bir duruma taşınacak, bütün dünyanın ilgisini çekecek, bunları yaşayıp göreceğiz. O nedenle de çok heyecanlıyım bu duygu da bizi daha güzel ve iyiyi yapmaya yöneltiyor.
“Değerler burada duruyor!”
Hayalini kurduğunuz bir şeye doğru gitmesini çok isterim. İzmir çok güzel bir yer ve festivalle özdeşleşen bir şehir olmasını da çok isterim. Bunun en güzel örneği Cannes’dır ki İzmir Cannes’dan daha güzel bir yer.
Çok doğru söylüyorsunuz 100 yıl öncesini anlatan İzmir’e dair epeyce bir şey okudum. 100 yıl öncesi İzmir’e baktığımız zaman çok şaşırıyorsunuz; o dönemin Fransa’sı, Paris’i, Viyana’sı, Budapeşte’si bütün bunların arasında çok daha sivrilen, öne çıkan bir şehir İzmir. Yani kadınlarıyla, sosyal yaşamıyla ve daha pek çok şeyiyle… Mesela 20’den fazla gazete çıkıyor ve en az 8-9 dilde ve bunlar İzmir’de oluyor, üstelik 100 sene önce oluyor. Akdeniz’in gözbebeği bir şehirken sonra çok ciddi bir kan kaybı, bir sürü sebepten dolayı buralara geliyor. Ama değer burada duruyor! Bu şehir iklimiyle, toprağıyla, bereketiyle her şeyiyle duruyor. Dolayısıyla bizim buradan geçmişe de öykünerek, o köklü mirastan da beslenerek başka bir şey inşa etmemiz mümkün. Bu festival sadece onun küçük araçlarından biri.
“Bu bir vizyon meselesi engellerden bahsetmek bir tercih meselesi”
İzmir’de böyle bir festival düzenlemek için çok geç kalınmadı mı, engellerle karşılaştınız mı, neden?
Çok geç, haklısın. Bu bir vizyon meselesi, engellerden bahsetmek bir tercih meselesi. Çok güzel bir laf vardır, “Bir işi yapmanın, yapmamanın bin sebebi vardır” diye. Ben de otursam size neden bu festival olmadı, bir saat boyunca anlatabilirim ve ikna ederim. Mesele o değil, bütün bu koşullarda yapabilmek asıl mesele. Biz de bütün o geçmişin unutulmuş, ihmal edilmiş, halı altına süpürülmüş, yok sayılmış, önemsenmemiş ne kadar derdi varsa onlarla mücadele ediyoruz.
En son hangi filmi izlediniz?
‘Black Mirror’ dizisinin yeni sezonundan bir bölüm izledim. Şahsen sinemayı çok seviyorum.
Zaten bir tiyatro geçmişiniz de var ve bu da çok sevmenizde etken değil mi?
Evet, öyle bir şey var.
“Çok isterdim oyuncu olmayı ve hayatım boyunca o hesaplaşmayı hep yaptım”
İçinizde kaldı mı keşke oyuncu olsaydım dediğiniz oldu mu?
İçimde kalmaz mı? Çok isterdim oyuncu olmayı ve hayatım boyunca o hesaplaşmayı hep yaptım. Acaba kalsaydım ne olurdu? İyi mi ettim, kötü mü ettim; hiçbir zaman cevabını net olarak verip de “Ohh be evet nihayet bu kararlılıkla devam edeceğim hayata” diyemedim yani. Hep o ikilem olmaya devam etti hayatımda.
“Yarın bu göreve tekrar getirirler, getirmezler hiç bilmiyorum”
Yeni döneme girdik, yerel seçimler de geliyor. Siz nasıl hazırlanıyorsunuz ve yeni dönemde bu yola devam etmek istiyor musunuz?
Şöyle… Nâzım’ın bir mottosunu hayatımın mottosu yaptım: “Hiç ölünmeyecekmiş gibi ama yarın ölecekmiş gibi yaşayacaksın bu hayatta!” der. Bunun anlamını anlamaya çalışmakla geçti ömrüm… Hiç ölünmeyecekmiş gibi ama yarın ölecekmişsin gibi yaşayacaksın bu hayatı. Ben öyle yapmaya çalışıyorum. Yarın bu göreve tekrar getirirler, getirmezler hiç bilmiyorum.
“Bir dönem daha belediye başkanı olmaktan çok mutlu olurum”
Sizin isteğiniz ne?
Yani bir dönem daha yapmalıyım diye düşünüyorum çünkü gerçekten pandemiydi, depremdi birçok şey çok yarım kaldı, çok adım atamadım. Başlattığımız birçok şeyi geri çekmek zorunda kaldık. O nedenle hem yapıyı daha iyi tanıdığım için, hem şehri hem bürokrasiyi hem belediyenin dinamiklerini falan bütün bunları daha iyi tanıdığım için bir dönem daha belediye başkanı olmaktan çok mutlu olurum. Ama dediğim gibi olmuyorsa da onların bileceği şey. İsterim ama hayat o kadar büyük ve zengin ki olsa böyle olur, olmazsa yapılacak başka şeyler var onlara devam ederiz.
“Kılıçdaroğlu’nun Türkiye demokrasi tarihi açısından çok kıymetli bir adım atmış olduğunu düşünüyorum”
Kılıçdaroğlu sizin için ne ifade ediyor?
Ben, yani şöyle… 13 seçimi kaybetmiş bir lider deniyor ya ben tamamının onun performansına bağlı sonuçlar olduğunu düşünmüyorum. Çok eksikliklerini bulabilirsiniz, yanlışlarını bulabilirsiniz, olabilir ama ben Kılıçdaroğlu’nun Türkiye demokrasi tarihi açısından çok kıymetli bir adım atmış olduğunu düşünüyorum. Sonuç istediğimiz gibi çıkmamış olsa da uzunca bir zaman öncesinden farklı ideolojilerin, farklı perspektiflerin tamamen farklı siyasal tercihlerin bir arada, birlikte bir gelecek tasavvur etmiş olmaları bile bence bu topraklar için çok çok kıymetli bir miras, bana bu yetiyor.
“Bizim şimdi; sol, sosyal demokrat, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden giden başka bir hikâyeyi dillendiriyor olmamız lazım”
Peki değişimi istediğimiz gibi başlatabilecek miyiz, değişime inanıyor musunuz?
Çok net, değişim kaçınılmaz, değişim olmak zorunda ama bugün insanların konuştuğu değişim kişilerle ilgili bir değişim. Ben bunu doğru bulmuyorum. Yani o değil de bu gelsin, bu değil de o olsun, değişim bunlarla sınırlı bir şey değil ki. Şöyle söyleyeyim: 2 bin 500 küsur maddelik bir ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ var, iyi bir metindi ama biz miydik tamamen biz değildik. Bizim ne söylediğimiz, ne düşündüğümüz biraz da böyle unutuldu, duyulmadı, çok hafif kaldı. Bizim şimdi sol, sosyal demokrat, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden giden başka bir hikâyeyi dillendiriyor olmamız lazım. Hakikaten bugün gördüğümüz eksikliklere, bu ülkenin geleceğine dair öngörülerimizi ortaya koyduğumuz, ideolojisiyle, felsefesiyle…
“Biz ne olduğumuzu ortaya koymadık ki daha”
Ne olduğumuzu biliyor olmamız lazım diyorsunuz.
Aynen öyle, biz ne olduğumuzu ortaya koymadık ki daha… Bunun eksikliği var şu anda ve asıl değişim bence o. Biz bunu ortaya koymalıyız, bununla uyumlu parti dinamiklerini tarif etmeliyiz, bunun mekanizmalarını oluşturmalıyız; delegeyse delege nedir, üyeyse üye nedir? Mesela şu anda 1 milyon 370 bin üyesi varmış partinin niye 3 milyon değil, niye 5 milyon, 10 milyon değil? Biz buralara kafa yormalıyız, gibi gibi çok şey var… Ama özetle; kişilerle ilgili bir şey değil bu değişim… Böyleyse ben o değişimi anlamıyorum. Benim anladığım değişim; gerçekten bu partinin geleceğine, bu ülkenin geleceğine dair bu parti ne söylemeli?
“Ben konuşmuyorum, konuşulmasını da doğru bulmuyorum”
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu baba-oğul mu yoksa rakip mi hikâyesini konuşmamız mı gerekiyor?
Ben konuşmuyorum, konuşulmasını da doğru bulmuyorum. Bizim bu ülkeye insanlar bu kadar umudunu kaybetmişken, 24 milyon insan umudunu kaybetti. Bizim o insanlara yeni bir şey söylüyor olmamız lazım ama bunu söylemiyoruz. MYK’yı değiştirmekle veya işte Ahmet’le, Mehmet’le böyle bir dünya yok, öyle bir değişimle insanları tatmin etmiş olmuyorsunuz.
“Biz bu ülkenin geleceğine dair ne söyleyeceğiz, ne anlatacağız?”
Ne yapılmalı peki?
Ben söylüyorum tam da onu söylüyorum yani bu, ortaya belki de bir özeleştiri buluşması yapmak lazım. Herkes nerede hata yaptı, yatıralım masaya kıralım, dökelim, üzülelim, sevinelim her neyse o. Ondan sonra o ideolojiyi berraklaştırmaya çalışalım. Biz bu ülkenin geleceğine dair ne söyleyeceğiz, ne anlatacağız? İstihdamla ilgili, tarımla, turizmle ilgili bizim özgün söylemlerimiz ne? Bu dünyadan ilham alan ve köklerinden beslenerek bu ülkenin geleceğini tasavvur eden ne söyleyeceğiz?
Yapılacak mı peki ve inancınız var mı?
Ben söyleyeceğim, söylüyorum, yazıyorum, ilgililerine ulaştırıyorum. Bunun ihtiyaç olduğunu düşünüyorum çünkü.
“İzmir’in genleri sağlam”
Herkes İzmir’de yaşamak istiyor. İzmir kurtarılmış bölge mi?
Hahahaaa… Yok öyle bir şey ama İzmir’in genleri sağlam, öyle diyeyim.
İzmir sizin için ne ifade ediyor?
Özgürlük, demokrasi, birlikte yaşama kültürü… En temel bence çok renk, çok ses, çok nefestir İzmir!