Hükümet 319 bin deprem konutunu şubatta teslim edebilecek mi: Uzmanlara göre yarısı bile zor
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim kampanyası sürecinde, 6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen bölgelerde Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na bağlı TOKİ vasıtasıyla yapılacak 319 bin konutun bir yıl içerisinde depremzedelere teslim edileceğini vaat etmişti. Depremin üzerinden 6 ay geçti, vaat edilen sürenin dolmasına da altı ay kaldı. Cumhurbaşkanı kabine toplantısında Cumhurbaşkanı 25 Temmuz'daki Kabine toplantısının ardından 180 bin civarı konutun inşasına başladıklarını açıkladı. Dolayısıyla Erdoğan'ın "depremzedelere bir yıl içerisinde 350 bin konut teslim edilecek" vaadinin gerçekleşip gerçekleşemeyeceği merak konusu oldu.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Taner Yüzgeç, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deprem bölgesindeki inşa sürecine ilişkin vaatlerinin, halkı gerçekçi olmayan bir beklentiye soktuğunu ifade etti. İnşaat Mühendisleri Odası 2. Başkanı Nusret Suna da gerekli planlamaları yapmadan "Bir yılda 350 bin konut yapacağım" demenin "hayalcilik" olduğunu ifade etti. En başından beri bir planlama sorunu olduğunu ifade eden İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Füsun Sümer ise "Her zaman olduğu gibi bu konulardaki uzman görüşlerine kulaklar tıkandı. Belli başlıklarda bazı skor hedeflerinin ilan edilmesi yeterli görüldü. Süreci eleştirenler baskıyla susturulmaya çalışıldı, hedef gösterildi" dedi.
"TOKİ marifetiyle bu işin altından kalkılamayacağının göstergesi"
Deprem bölgesindeki konut sorununun çözülmesine ilişkin yöntemlere en başından beri itiraz ettiklerini ifade eden TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Taner Yüzgeç, ihale ve inşaat sürecine başlayan TOKİ'nin mevcut enflasyonist ortam nedeniyle sorun yaşadığını belirtti. Taner Yüzgeç, "Şimdi ilk zamanlardaki söylemlerinin aksine rakamları geriye çektiklerini görüyoruz. Pek çok ihalenin gerçekleşemiyor, müteahhitlerin teklif vermekten bile imtina ettikleri bir enflasyonist ortam söz konusu. Bu da planlamalarını ve yapacakları yatırımları aksatıyor. Bakanlık, buna çare olarak da ‘yerinde dönüşüm’ projesi adı altında 500 bin liraya kadar hibe desteği ve 500 bin lira civarında da uzun vadeli sıfır faizli kredi desteğinde bulunacağını açıkladı. Bunun anlamı da aslında yurttaşa ‘kendi konutunu kendin yap’ demek. Bütünü itibarıyla, TOKİ marifetiyle bu işin altından kalkılamayacağının da göstergesi. İktidar bu süreci başlattı ama taahhütlerini yerine getirip getiremeyeceğini göreceğiz" diye konuştu.
"İktidar, halkı gerçekçi bir beklentiye sokmak zorunda"
İktidarın "bir yıl içerisinde depremzedelere 350 bin konut" vaadinin gerçekçi olmadığı değerlendirmesini yapan Taner Yüzgeç, konutların yetiştirilmesinin gerekli kaynakların bir araya getirilmesiyle mümkün olduğunu ifade etti. Yüzgeç, "Yetiştirilmesinin mümkünlüğü kaynak meselesidir. Bu başta para kaynağıdır, sonra insan kaynaklarıdır, tedarik edilmesi gereken malzeme kaynaklarıdır. Bunların bir araya getirilmesiyle ancak niyetiniz gerçekleşebilir. Şu anda gelen zamların gerekçesi olarak deprem bölgesinde yapılan yatırımları gösteriyorlar. Dolayısıyla ‘bir kaynak bulacağız’ diyorlar, bu tek başına yeterli değil. Bölgede aynı zamanda ticari işleyişi de ciddi bir biçimde etkilendi bu depremden. Dolayısıyla bölge dışında bol miktarda oraya transfer gerçekleşecek demektir. Bunun dışında ülkenin de kendisine yönelik bir inşa süreci var. Her yıl ortalama, krizlerden bağımsız olarak, 100 bin yeni yapı yapılıyor Türkiye’de normal koşullar altında. Şimdi burada bir anormal durum var, o bölgeye özel bir ilave 100 bin – 200 bin konut diyorlar ki bunun anlamı aslında nereden baksanız 50 – 60 bin yeni yapı demektir minimum. Bu da Türkiye’nin diğer insan ve malzeme kaynakları açısından sıkıntıdır. Bu anlamıyla, ‘ben bir yılda yapmaya niyetlendim’ şeklinde sadece bir 'söylem' olarak algılıyorum. Bir de gerçekleştirdiklerine bakarak da söylersek, 2020 Elâzığ depreminin sonrasında yapılan konutlar daha yeni teslim ediliyor ki cüzi miktarda. Yine İzmir depreminin ardından cüzi miktarda yapılan konutlar 3 yıl aradan sonra yeni teslim ediliyor. Bir de 20 yıllık performanslarına baktığımızda pek olası gözükmüyor. Şimdi bunların söylemleri bir hedef ve niyet olabilir ama bu tabii ki gerçekçi olmak zorunda. Gerçekçi bir beklentiye sokmak zorunda halkı iktidar. Yoksa gönül ister ki üç ayda bitirip teslim etsinler. Ama bu iş hem bir kaynak meselesi hem kendi performansları ortada bir de zaten artık yerinde dönüşüm ile meseleyi çözme peşindeler. Belki onu da kendilerinin konut politikası olarak sunacaklar" dedi.
"Seçim kampanyası için dile getirilen bir vaatti"
Erdoğan'ın vaadini "hayalcilik" olarak nitelendiren İnşaat Mühendisleri Odası 2. Başkanı Nusret Suna da "Bugüne kadar ülkemizde yapılan konut sayısına ve o konutların kaç senede yapıldığına bakarak, bir senede 350 bin konutu yapmak biraz zor diye biz o zamanda söylemiştik. O söylemler, seçim yatırımı gibiydi. Hele hele bugünkü ekonomik sıkıntıda yine bu 180 bin konutun yapılması da biraz zor gibi geliyor. 180 bin konut da küçümsenecek bir rakam değil, bir sene içerisinde onun tamamlanması da zor. 180 bin konut nerede yapılacak, imar planları nedir, yerleşim nerede kurulacak… Bunlar ufak işler değil. 180 bin konutun bugünkü bütçede karşılığı var mı? Her şeyden önce bir de bu konutların yapılabilmesi için, alt yapı çalışmalarının, planlamaların yapılması gerekir. Bunları yapmadan ‘Ben konut yapıyorum’ demek, biraz hayalcilik oluyor. Bundan dolayı gecikme gibi gözüküyor. Seçim kampanyası için dile getirilen bir vaatti. Biz şimdi başımızdan geçen bunca felakete rağmen böyle özensiz yapıyorsak, söyleyecek bir kelime bulamıyorum. Yapıların yönetmeliklere uygun yapılacağını umuyorum, aksini de düşünmek istemiyorum" ifadelerini kullandı.
"İnşası tamamlanmış yapıların kullanım izinleri verilirken son denetimler yeterli değil"
Konutların inşa sürecinde önem verilmesi gereken hususlara dikkat çeken İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Füsun Sümer, yapılan denetimlerin yeterli olmadığına vurgu yaptı. Geçmişteki deneyimlerden ders alınması gerektiğini söyleyen Füsun Sümer, şu ifadeleri kullandı:
"Bina ölçeğinde baktığımız zaman yapılan ve yapılacak olan binaların tasarım, yapım ve denetim süreçleri yürürlükteki mevzuata uygun yürütülmeli, ihmallerden sakınılmalı, zaten aksi de düşünülemez. Yaşadığımız depremde çeşitli nedenlerle yıkılan veya onarılamaz hasarlar alan binaları görüyoruz. Enkazlar ve hasarlı yapılar incelendiğinde hasara neden olan zaaflar tespit edilebilir. Bu zaaflar genellikle, zayıf zemin koşullarına uygun olmayan imalatlar, yapı malzemelerinin kalite kusurları, konstrüktif kusurlar, yapısal düzensizliklerin yarattığı hasarlara rastlanmaktadır. Maalesef çoğu daha önceki depremlerden de aşina olduğumuz görüntüler. Demek ki yapılması gerekenlerin hepsi yeterli düzeyde yapılmamış. Hasarın yaygın olduğu şehirlerimizde yapılaşmanın zayıf zeminler üzerine kurulu olduğunu gözlemliyoruz. Yeni yapılar inşa edilirken de geçmişteki deneyimlerden ders alınmalı, eksikler giderilmeli ve yanlışlar tekrar edilmemeli. Tasarım, yapım ve denetim süreçleri doğru kurgulanabilirse yeni yapıların depreme dayanıklılığının nasıl sağlanabileceği tüm ayrıntıları ile belli. Bu konuda mevzuatımız yeterli. Yeterli olmasına rağmen maalesef tüm unsurlarıyla uygulanamıyor. Bunun da başlıca nedeni bahsettiğimiz süreçlerde iyi eğitim almış, deneyimli mühendislerin yer almaması. Ülkemizde yap-sat olarak da bilinen küçük ölçekli konut üreticiliğinde maalesef mühendislik mimarlık hizmetleri yeterince sağlanamamakta ve layıkıyla denetlenemiyor. 1999 depremleri sonunda önce lokal olarak sonra ülke çapında uygulamaya giren yapı denetim sistemi bazı iyileştirmelere yol açsa da beklentiyi karşılamaktan hâlâ uzak. Depreme karşı güvenli bina üretimi konusunda genellikle bazı mühendislik uygulamaları veya ürünler öne çıkarılıyor fakat bizim dikkat çekmek istediğimiz konu bu süreçlerde eğitimli ve deneyimli mühendis emeğinden oldukça az istifade edildiği. Kamu kurumlarında ve yerel yönetimlerde tasarım ve hesapları denetleyebilecek, meslektaşlarımızın yanlışlarını düzeltmelerini sağlayabilecek yeterli teknik personel yok. Şantiye şefliği yönetmeliğinin sağladığı esneklik nedeniyle şantiyelerdeki yapı üretim süreçlerine mühendisler yeterince katılamamakta. Bu konuda yatırımcı ve müteahhit üzerinde gerekli baskıyı oluşturabilecek zorlayıcı hükümler yok. Kamu tarafından belirlenen yapı denetim bütçelerinin düşüklüğü bu şirketleri de ucuz yollar aramaya sevk ediyor. İnşası tamamlanmış yapıların kullanım izinleri verilirken son denetimler yeterli değil."
"Bu sayısal iddialar ortaya konduğunda, gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını söylemiştik"
Depremzedelere teslim edilecek konut sayısına ilişkin değerlendirmede bulunan Füsun Sümer, "Bu sayısal iddialar ortaya konduğunda da ilgili uzmanlar ve meslek odaları gibi kurumlar gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını söylemişti. O kadar konutun bir yılda yapılabilmesi için Türkiye’deki neredeyse bütün inşaat araçlarının, bütün işçilerin deprem bölgesine çalışması, Türkiye'de üretilen bütün inşaat malzemesinin deprem bölgesine sevk edilip orada kullanılması gerekiyordu. Bu operasyonları yapabilmek için bölge dışından sağlanacak kaynak yeterli olsa bile afet bölgesinde yepyeni ve büyük ölçekli lojistik sorunlarla başa çıkmayı gerektirir. O kadar aracın, insanın aynı anda sınırlı bir alanda yıkım ve yapım işleriyle uğraşması başlı başına bir sorun. Çevre ve halk sağlığı açısından da pek çok dolaylı sorunu beraberinde getiriyor. Bölgede suya, gıdaya, sağlığa erişim sorunu var. Ulaşım, iletişim sorunları var. Bu sorunlar geçici olarak dahi çözülememişken orada inşaat faaliyeti yürütecek çalışan nüfusu dışarıdan bölgeye taşımak zorundasınız ve afet bölgesinde taşıdığınız yeni nüfusun sorunlarını da çözmek zorundasınız. Üstelik bu insanların depremzedeler gibi pasif konumda kalıp yardımlarla hayatını idame ettirmemesi, belli bir verimlilikte sürekli çalışması ve üretmesi gerekiyor" dedi.
"Her zaman olduğu gibi bu konulardaki uzman görüşlerine kulaklar tıkandı"
Başından beri bir planlama sorunu olduğunu ancak gereğinin yapılmadığını ifade eden Füsun Sümer, "Projeler bir ana plana ve ona bağlı daha küçük ölçekli planlara göre geliştirilmeliydi. Haritada boş görünen araziler yeterli inceleme araştırma yapılmadan imara açıldı ve elde hazır bulunan tip projelerle hızla imalata geçildi. Halbuki planlama ve projelendirmede değerlendirilen vakit bize sahada kazandırabilir, verimlilik ve tasarruf sağlayabilirdi. Her zaman olduğu gibi bu konulardaki uzman görüşlerine kulaklar tıkandı. Belli başlıklarda bazı skor hedeflerinin ilan edilmesi yeterli görüldü. Süreci eleştirenler baskıyla susturulmaya çalışıldı, hedef gösterildi. Hükümet tarafından yeni gündeme getirilen bazı kampanyalarla vatandaşların kendi binalarını yapmaları veya yenilemeleri için nakit destekleri, kredi kolaylıkları vs. gibi bazı teşviklerin sunulması da bu işin tamamının kamu tarafından çözüleceği iddiasından vazgeçildiğinin itirafı gibi. Kamunun planlayıp, projelendiremediği büyüklükte bir sorun vatandaşların da kendi başlarının çaresine bakma telaşıyla daha da karmaşıklaşabilir. Maliyetler yükselir, süreler uzar, öncelik sırası bozulur" diye konuştu.