AYM’nin Cemal Kaşıkçı kararının gerekçesi açıklandı
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda 2018 yılında öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’a devrine ilişkin Kaşıkçı’nın nişanlısı tarafından yapılan bireysel başvuruyu reddetmesi hakkındaki gerekçeli kararı açıklandı.
Anayasa Mahkemesi’nin Cemal Kaşıkçı'nın nişanlısı Hatice Cengiz tarafından yapılan başvurunun reddedilmesine ilişkin kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı. Yüksek Mahkeme’nin kararında, cinayete ilişkin soruşturma ve kovuşturma aşamalarına değinilerek, Türk adli makamlarının henüz Kaşıkçı'nın öldüğü bilinmeden Konsolosluk binasından çıkmadığı ve kayıp olduğu ihbarı üzerine soruşturma başlattığı, suç mahallini araştırmak istediği ancak Suudi Arabistan makamlarının buna izin vermedikleri kaydedildi. Suudi makamlarının en başından itibaren adli yardımlaşma ve iş birliğine yanaşmadığı belirtilen kararda, bu nedenle savcılığın, suç mahallinde inceleme yapma olanağı bulamadığı, delil araştırılması için çok kritik önemi olan sürenin delil toplanmadan geçildiği, bu süreçte Suudi Başkonsolos'un da ülkesine gittiği ifade edildi.
“Türk makamlarının çabası ile duyuldu”
T24'ün haberine göre, Kararda, dava dosyasından, Suudi yetkililerin Konsolosluk’taki suç delillerini yok etmek üzere özel bir ekip gönderdikleri belirtildi. Bu kişilerin maddi delil niteliğindeki tüm kanıtları yok ettiklerine atıfta bulunulan kararda, “Bu nedenle konsoloslukta Cemal Kaşıkçı ile ilgili olarak örneğin DNA incelemesine esas alınabilecek türden bir kanıt ya da başkaca bir iz tespit edilememiştir” denildi. Buna karşın savcılığın, Kaşıkçı'yı öldürmek üzere görevlendirildiği belirtilen 15 kişiyi tespit ettiği, Suudi yetkililerin Kaşıkçı’nın konsolosluktan çıktığı yönündeki açıklamalarından dönmek zorunda kaldıkları belirtilen kararda, “Türk makamlarının çabası ve olayın üzerine ısrarla gitmesi sonucu tüm dünya kamuoyu bu bilgilere sahip olmuştur” denildi.
“Öldüğünü açıklamak zorunda kaldılar”
Kararda, Türkiye'ye gelen Suudi Başsavcısı ve beraberindeki heyete yazılı bazı sorular sorulduğu ve kısa sürede cevaplanması beklendiği, bu gelişmenin ardından Suudi yetkililerin “Kaşıkçı'nın konsoloslukta yaşanan bir arbedede yaşamını yitirdiğini ancak cesedinin nerede olduğunun bilinmediğini açıkladıkları” anlatılarak, “Bunun yanında Suudi Arabistan Krallığı, Cemal Kaşıkçı'nın ölümünde payı olan herkesten hesap sorulacağını, bu kişileri adalete teslim edileceklerini açıklamıştır” ifadeleri kullanıldı. Savcılık tarafından faillerin iadesi ve yakalanması için gereken tüm işlemlerin yerine getirildiği, buna karşın Suudi makamlarınca yakalama ve iade taleplerinin yerine getirilmediği ve faillerin yakalanmasını mümkün olmadığı vurgulanan kararda, sonuç olarak savcılıkça Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan Krallığı üst düzey yetkililerinin azmettirmesi sonucunda öldürüldüğüne ilişkin şüpheliler hakkında dava açıldığı kaydedildi.
“Sorumluluk Suudilerin”
Kararda ayrıca Kaşıkçı’nın nişanlısı Cengiz’in, olay yerinde maddi delil incelemesi yapılmamasını şikayet ettiği kaydedilerek, şöyle denildi:
“Konsoloslukta yapılamayan incelemelerle ilgili Türk makamlarına izafe edilecek bir kusur bulunmamaktadır. Bu konudaki ilgili mevzuatta konsolosluklara tanınan ayrıcalık ve dokunulmazlıklarla ilgili istisnalar bakımından ağır cezalık bir suçun varlığı şartı aranmaktadır. Olayın kesinlikle bir cinayet olduğunun hemen ve kısa sürede ortaya çıkmadığı gözetildiğinde, bu konudaki sorumluluğun Suudi makamlarında olduğunu söylemek gerekir. Dahası cinayetin ortaya çıkmasında Türk soruşturma makamının yoğun çabasının etkili olduğunu vurgulamak gerekir. Bu çaba sayesinde dünya kamuoyu Kaşıkçı’nın öldürüldüğünden ve olaya ilişkin diğer gelişmelerden haberdar olmuş, mesele uluslararası pek çok kurum ve kuruluşun gündemine oturmuştur.
“Ağır kusur Suudilerin”
Soruşturmanın yeterliliği bağlamında Türk soruşturma makamının bir zafiyeti olmayıp, olay yerinde derhal yapılması gereken maddi delil incelemelerinin ve aramaların gecikmesinde ağır kusurun muhatap makamlara ait olduğu değerlendirilmiştir. Bu itibarla ceza muhakemesinin soruşturma evresinin, Türk adli makamının yükümlülükleri bağlamında yaşam hakkı kapsamında etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün gerektirdiği tüm kriterleri karşıladığı sonucuna varılmıştır.”
“Sanıklar iade edilmedi”
Yüksek Mahkeme, Cengiz’in davanın devrine yönelik itirazına ilişkin değerlendirmesinde ise Suudi makamlarının olayın en başından itibaren iş birliğine yanaşmadığı ve Türkiye’nin tüm taleplerini reddettiğini vurgulayarak, iki ülke arasında adli iş birliğine yönelik herhangi bir sözleşme olmadığını da vurguladı. Kovuşturma aşamasında İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, iade edilmemeleri nedeniyle sanıkları hazır edemediği belirtilen kararda, Suudi makamlarının olaya ilişkin bir dava yürüttükleri ve bazı sanıkları cezalandırdığı anlatıldı. Kararda, “Türkiye'deki yargılamayı yapan mahkemenin ise Suudi Arabistan'da yargılanan sanıklar da dahil tüm sanıkları duruşmada hazır etmek için uzun süre iade taleplerinden sonuç almayı beklediği, yapılan yazışmalar sonucunda Suudi Arabistan’da yargılanan 8 sanığın cezalandırıldığını öğrendiği” kaydedilerek, bunun üzerine mahkemenin bu sanıklar yönünden kovuşturmaya devam edemeyeceği, diğer sanıklar yönünden ise Suudi Arabistan'daki kararın gerekçelerini değerlendireceğini açıkladığı, sonrasında da Suudi Arabistan'ın gerekçelerinin dosya içeriğiyle uyumlu olduğu sonucuna vardığı ifade edildi.
“İş birliğine yanaşmadılar” vurgusu
Kararın devamında, AYM’nin söz konusu başvuruyu, “kovuşturmanın devri, Suudi Arabistan'ın uluslararası iş birliğine yanaşıp yanaşmadığı, yetkili Türk makamlarının bu iş birliğinin sağlanmasında ve kovuşturmayı yaşanan zorlukları aşarak yürütmede gereken çabayı gösterip göstermediği boyutlarıyla” ele aldığını belirtmesi dikkat çekti. Kararda, Türk makamlarınca, soruşturma aşamasında olduğu gibi kovuşturma aşamasında da cinayetin sanıklarının yakalanması konusunda azami bir çaba gösterildiği, Suudi makamlarından sanıkların iadelerinin talep edildiği hatta uluslararası yakalama kararlarının çıkarılmasını sağlayarak bu kararların yerine getirilmesini beklediği ancak Suudi makamlarının sanıkların ülke dışına çıkışına izin vermeyip iadeye yanaşmadığı ikinci kez vurgulandı.
Tüm çabalar karşılıksız kaldı
Türk makamlarının kovuşturmanın devri için hemen harekete geçmeyip, sanıkları duruşmada hazır etmek için 2 yılı aşan bir süre boyunca yoğun bir çaba sarf ettiği ancak bu çabadan da sonuç alamadığı belirtilen kararda, şöyle denildi:
“Bu noktada ölümle sonuçlanan olayla ilgili ceza muhakemesinin yabancı devleti de kaçınılmaz olarak ilgilendirdiği somut kovuşturmada karşılaşılan zorluğa yeniden vurgu yapmak gerekir. Suudi makamlarının olaydan sorumlu tutmadıkları kişilerin dahi ülke dışına çıkmalarına izin vermedikleri, Türk makamlarında yapılan kovuşturmanın sanıklar hazır edilerek yürütülmesi girişimlerinin böylece tümüyle karşılıksız kaldığı bir gerçektir. Başvurucunun da iddialarında sanıkların iade edilmemesi ve kovuşturmanın bu nedenle ilerlemesi ile ilgili olarak Türk adli makamlarına kusur izafe edilebilecek herhangi bir argüman ileri süremediğinin de altını çizmek gerekir.
Yükümlülükler yerine getirildi
Türk adli makamları, sanıkları uzun süren çabalarına rağmen hazır edememeleri engeli ile karşı karşıya kalmaları ve bu engeli aşamalarından dolayı kovuşturmayı devrederek sanıkların ilgili yabancı devlette kovuşturulması yönünde gerekli girişimlerde bulunmuştur. Türk adli makamları, bu girişimlerinin ardından Suudi makamlarınca yeniden yapılan değerlendirmeler ve öncesinde verilmiş mahkumiyet hükümleri ile sanıkları hazır edememelerini de dikkate alarak kovuşturmayı sonlandırmıştır. Türk adli makamlarının yaşam hakkı kapsamındaki anayasal yükümlülükleri doğrultusunda bir uluslararası iş birliği sağlama ve kovuşturmanın sanıkların tamamı hakkında olmasa da bir kısmının uzun süreli hürriyeti bağlayıcı cezalarla karşı karşıya kalmasıyla aleyhlerine sonuçlanmasına yönelik gereken çabayı gösterdiği, başka bir deyişle anılan cezaların Türk adli makamlarının çabaları sonunda verildiği dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla başvuru bir bütün olarak ele alındığında Türk adli makamlarının etkili bir uluslararası iş birliğine ve etkili ceza muhakemesi yürütülmesi için gerekli bütün makul tedbirleri almaya ilişkin yaşam hakkı kapsamındaki anayasal yükümlülüklerini yerine getirdiği sonucuna varılmıştır.”